Genel |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ORHAN ŞAİK GÖKYAY
Şâirlerinden, edebiyat öğretmeni ve târihçisi. 1902’de İnebolu’da doğdu. Babası Filibeli
muallim Mehmed Cevdet Efendi, annesi Şefike Hanımdır.
İlköğrenimini Kastamonu’da yaptı. Ortaöğreniminden sonra Ankara Darülmuallimînine girdi. 1922’de
mezun olduktan sonra, Giresun, Samsun ve Balıkesir’de ilkokul öğretmenliği yaptı. Bilâhare İstanbul
Edebiyat Fakültesine ve Yüksek Muallim Mektebine girdi. Mezûn olunca, öğretmenlik mesleğine
döndü. Yurdun birçok yerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yaptı ve 1941’de Devlet
Konservatuvarı Müdürlüğüne getirildi. Burada çalıştığı yıllarda Türk konservatuvarının târihçesini
yayınladı.
Şahlanıp şu dağların köpüren sularından
Tutuşan gönüllere ses verdik zaman zaman
Çalkalanır içimizde ufka çarpan bir umman
İlhâm olur çağıldar şarkımızda bu vatan
kıtasıyla başlayan, Konservatuvar Marşını yazdı. 1944’te ırkçılık-turancılık yaptığı gerekçesiyle hapse
düştü. Bilâhare beraat etti. Tekrar öğretmenliğe döndü. Yurtdışında talebe müfettişliği yaptı. Londra
Üniversitesinde ve İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliğinde bulundu ve 1969’da
emekliye ayrıldı. 1984-1985 yıllarında Marmara Üniversitesi, daha sonraki senelerde de Mîmar Sinân
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültelerinde edebiyat dersleri verdi.
İlk şiir zevkini, edebiyat öğretmeni olan babasından aldı. İlk şiirleri lise öğrencisiyken Açık Söz
gazetesinde çıktı. İzmir işgal edilince Ankara’da çıkan 15 Mayıs Gazetesinde “İzmir’e Tahassür” adlı
vatan sevgiyle dolu manzumesini yayınladı. Bilim dünyâsında edebiyat târihimize âit araştırmalarıyla,
yine bu alanda kitap ve yazıları, eski nesirden sâdeleştirmeleri olan Orhan Şaik; sanat dünyâsında
çeviri eserleri ve halk şiirimizin geleneklerine bağlı, çoğu millî konularda lirik-epik şiirleriyle tanındı.
Balıkesir’de öğretmen olduğu sıralarda çıkardığı Çağlayan mecmuasında Aya Mektuplar başlıklı
nesirler vardır. Şiirlerinde aruz veznini de kullandı. Birçok dergide çıkan Budin Türküsü, Bayburt
Türküsü, Maraş Türküsü gibi şiirlerinde ise dünün ve bugünün duygularını dile getirmiştir. Almanca,
İngilizce, Arapça ve Farsça tercümeleri ve edebiyat alanında alıştırmaları vardır.
Başlıca gâyesi üniversite hocası olarak görünmek oldu ancak istediği gerçekleşmedi. Üniversite
hocalarını hedef aldı. Eserlerinde her yazar ve ilim adamı gibi olmayacak hatâlar yapmasına rağmen
destûrsuz bağa girdi. Tenkitlerini Destûrsuz Bağa Girenler adı ile yayınladı. 1989 yılında İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi kendisine “doktor” ünvanını verdi. 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti.
Eserleri:
Bugünkü Dille Dede Korkut Hikâyeleri (1939), Devlet Konservatuvarı Târihçesi (1941),
Kabusnâme (1944), Kâtip Çelebi Hâtıra Kitabı (1957), Kâtip Çelebi’den Seçmeler (1968) ve
G.Jacob’dan: Türklerde Karagöz, Paul Wetlek’ten: Menteşe Beyliği, Brockelmann’dan: İslâm
Devletleri Târihi, C. Brentano’dan: Yiğit Kasperl ile Güzel Annerl’in Hikâyesi gibi çevirileri vardır.
Orhan Şaik, şiirlerini bir kitapta toplamadı, dergilerde dağınık bıraktı. Türkçeyi çok güzel kullanmasına
rağmen bir ara uydurmacılık akımı içinde yer aldı. Aşağıdaki şiiri unutulmaz manzumelerindendir.
Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936)
Türk, şair. İstiklal Marşı'nı yazmış, günlük konuşma dilinin şiirle kaynaşmasını sağlayarak halkçı bir nazmın doğuşuna ön ayak olmuştur. İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır.
Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, veFransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı.
1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı.
Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü.
Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren "manzum hikâye" biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur. Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, "edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği" anlayışına bağlı kalarak "sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış, "libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır. Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.
RIFAT ILGAZ
Rıfat ILGAZ 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairlerinin başta gelenlerindendir.
1911 yılında Cide'de doğdu. Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz(Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle buradan ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu. Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938 'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı.
1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulu'nda Türkçe Öğretmenliğine başlayan Ilgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940 'da Çığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi. Hasan TANRIKURT, Sabahattin KUDRET AKSAL, Salah BİRSEL'le tanıştı.
Ömer FARUK TOPRAK ile 9 Eylül 1942'de Yürüyüş Dergisi'ni çıkardılar. Bu dergide Orhan KEMAL, Sait FAİK, Cahit IRGAT, A.Kadir, Nâzım HİKMET (İbrahim SABRİ) ile birlikte çalıştılar.
1943'te ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf"adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. Pertev Naili Boratav "Sınıf" için : "Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat ILGAZ'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur" diye yazdı.
1945'te Gün Dergisi çıktı. Ilgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz NESİN'in Cumartesi Dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı.1946'da Esat ADİL, Sabahattin ALİ ve Aziz NESİN ile birlikte Gerçek Gazetesini çıkardılar. 1946 Ekim ayında Yığın Dergisini'ni Esat Adil MÜSTEÇAPLIOĞLU ve Adil YAĞCI ile birlikte çıkardılar.
Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanatoryumunda yattı.
Şubat 1947'de Sabahattin ALİ, Aziz NESİN ve Mim UYKUSUZ'un çıkardığı Marko Paşa kadrosuna girdi. İmzasız yazılar yazdı. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa gibi dergilerin adı sık sık değişiyordu.
1950'li yıllarda Ilgaz, gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'da Tan Gazetesi'nde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı.
Turhan SELÇUK ve İlhan SELÇUK'un çıkardığı Dolmuş Dergisi'ne "Stepne" takma adıyla yazılar yazdı. Hababam Sınıfı, Pijamalar(Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul'da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı'nı da isminin sakıncalı olması nedeniyle "Stepne"(Yedek Lastik) takma adıyla yazdı.
Ocak 1953'te "Devam" adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı.
1958 de Semih Balcıoğlu'nun çıkardığı "Taş" dergisinde Rıfat Ilgaz imzasıyla yazılar yazdı.
1959 "Büyük Gazete" adında çıkan yeni bir dergiye yönetici oldu. Aynı yıl arkadaşı Suavi ile birlikte "Gar Yayınları"nı kurdu.
1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlama özgürlüğüne kavuşan Rıfat Ilgaz, Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organlarında ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf Yayınları'nı kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970'te Basın Şeref Kartı'nı aldı.
1974'te emekli oldu. Doğum yeri olan Cide'ye (Kastomonu) yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve 1 aydan fazla gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul'da, oğlu Aydın ILGAZ ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar "Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı kitabında anlatılır. Birlikte Çınar Yayınları'nı kurdular.
1982 yılında Yıldız Karayel romanıyla "Orhan Kemal Roman Armağanı"nı ve "Madaralı Roman Ödülü"nü" aldı. 6 Aralık 1982 de İstanbul Şan Müzikholü'nde "55. Sanat ve70. Yaş Günü" çok sayıda sanatçı ve sevenlerinin katıdığı görkemli bir törenle kutlandı.
1987 de Ocak Katırı Alagöz kitabıyla" Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü aldı.
Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik. Altmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir.
1993 yılında Tüyap Onur Yazarı ödülününe layık görüldü. Ne yazık ödülünü alamadan öldü.
Yıllarca bizden kendisini uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat ILGAZ adını yeniden yücelttiyse de, Sivas Olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.
SEZEN AKSU
13 Temmuz 1954"de İzmir"de doğdu.Ziraat fakültesindeki öğrenimini yarıda bırakarak profesyonel şarkıcılığa başladı.1970"lerin ortalarında "Kaybolan Yıllar", "Gölge Etme" gibi sarkılarla yıldızı parladı. Şarkılarının çoğunu kendi besteledi. Bazılarının da sözlerini yazdı. İlk kez 1979"da sinema oyunculuğu denedi.- Minik Serçe- oyunculuk yeteneğiyle dikkat cektiği, "Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra" adlı muzikallerdeki "Sen Ağlama "Geri Dön", "Dağlar Dağlar" gibi şarkılarla ününü perçinledi. Sonraki "Git" kasetiyle zirvedeki yerini aldı. Türk pop muziğinin en güçlü seslerinden Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel, Tilbe gibi bir zamanlar vokalistliğini yapmış gençleri pop muziğimize kazandırdı.Üç kez evlendi ve bir çocuk annesi...
Sezen Aksu"nun albümleri: Serçe,Ağlamak Güzeldir, Firuze, Sen Ağlama, Git, Sezen Aksu "88, Sezen Aksu Söylüyor, Gülümse, Deli Kızın Türküsü, Işık Doğudan Yükselir, Gül Bahçeleri, Düğün ve Cenaze, Adı Bende Saklı, Sarı Odalar(Ben Seni Çok Sevdim Oplum)
Dillerden düşmeyen bazı şarkıları: Kaybolan Yıllar, Gölge Etme, Yak Bir Sigara, Firuze, Hata, Ağlamak Güzeldir, İkinci Bahar, Dilimin Ucunda Kelimeler, Geri Dön, Tukeneceğiz, Git, unzile, Değer mi Hiç, Sarışınım, Bir Çocuk Sevdim, Seni İstiyorum, Şinanay, Gidiyorum, Belalım, Hadi Bakalım, Gülümse, Masum Değiliz, Deli Kızın Türküsü, Tenna...
BEBEK SEZEN
Fen öğretmeni Şehriban Hanım ile matematik öğretmeni Sami Bey, Denizli"de tanışıp evlenirken, dünyaya gelecek çocuklarını disiplinli bir şekilde yetiştirmeye karar verirler... Şehriban Hanım ağır bir hamilelik dönemi geçirir, doktorların bütün ısrarlarına rağmen çocuğunu aldırmaz. 13 Temmuz 1954’de Fatma Sezen Yıldırım dünyaya gelir... Çocukluğu dünyaya geldiği Denizli Sarayköy"de geçer Sezen"in... Annesi ve babasıyla birlikte yaşadığı, Sarayköy"deki derenin yanındaki iki katlı o evi hiç unutamaz...sezen
SEZEN... CÜCE BELA
Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda o iki katlı evi ve çok sevdiği anneannesini şöyle anlatıyor..."Alt katta Huriye teyzem otururdu... Üst katta ise anneannemle biz... Babamla annem, aldıkları eğitim gereği bana karşı hep mesafeli dururlardı... Bir yaşıma kadar saçım yok, kabak kafalı bir Sezen "dim... Bir tek dudaklar gene böyle, iri etli dudaklar... Beni epey özgür bırakmışlardı... Nasıl bırakmasınlar ki, adım "Cüce Bela" ya çıkmıştı... İlle de dikkat çekeceğim... Hiçbir şey yapamasam, durduk yerde düşüp bayılırdım... İnsanlar benimle ilgilensinler diye neler yapmazdım ki... Habire evden kaçardım mesela... 10 yaşımda makyaj yapardım... Annemler bir ara benimle ilgili olarak çok çaresiz kalmışlar. Beni kendi halime bırakma kararları da ondan sonra kendiliğinden gündeme gelmiş zaten."
YARAMAZ KIZ
Çocukluğunda "acaip bir yaratık" olduğunu söyleyen Minik Serçe, bebekken bir gün annesinin yün yumaklarından kendisine meme yapmış ve eve ziyarete gelen kaymakam düşüp, bayılıvermiş. 10 yaşında makyaja başlayan Sezen, daha o zamandan haftada bir saçını değişik renklere boyamaya başlamış. Çocukluktan şöhret olmayı kafasına takan Sezen, İzmir"in bütün sokaklarında şarkı söyler, milleti başına toplarmış. Konak - Köprü arasındaki troleybüste aralıksız şarkı söylediğini söyleyen Sezen, bir gün bütün durakları es seçen şoförle biletçinin açığa alınmasına neden olmuş.Annesi ve babasının O"na hiç dokunmamış olması; belki de gençliğinde her on beş günde bir dikkat çekme amacıyla intihara kalkmasına neden olmuştur. Bu ten temasının yoksunluğuna karşın, Sezen ailesinin kendisine güven ve sevgiyi sonsuz bir güçle hissettirdiğini söylüyor. O"na göre, yalnızca sevgilerini gösterme şekilleri farklıydı.
KARA KUZU
Sezen Aksu"nun yaramazlıklarındaki en önemli müsekkini anneannesidir... Nadire Hanım eski Osmanlı kadınlarından, karizmatik ve etkileyicidir... Ve Sezen onun "kara kuzu"sudur... Ancak, Sezen"in yaşadığı ilk ve en önemli acı da onunla ilgili olur ne yazık ki... Sezen hayatı boyunca unutmaz, unutamaz o acıyı..."Çok özel bir kadındı anneannem. Mücadele içinde yaşamış, hayatı tırnaklarıyla kazımış. Annem henüz altı yaşındayken dedem ölmüş, çiftlikteki tüm işler onun üzerine kalmış. Her şeyi, tüm yükü göğüslemiş. Tam bir hanım ağa... At binen bir kadın. Zeki, ileri görüşlü. "Doğurdum diye sevmem evladımı, faziletli olması gerek, sevgiyi hak etmesi gerek" derdi. Kişiliğimde derin izleri var onun. 14 yaşımdaydım. İlk acımı onunla yaşadım. Elimi tutarken öldü. "Elimi ovar mısın?" dedi ve ben ağlamaya başladım. Bana "kara kuzum" derdi. "Kara kuzum ağlama, üzülürüm. Dilerim sen de benim gibi mutlu gidersin" dedi. Dua ederken, nefesi kesildi. O gece anneannemin yanında uyudum, hiç korkmadım."
KARA KUZU BÜYÜYOR
Büyüme çağında sanatın bütün dallarına ilgi duyan Sezen, resim, tiyatro, dans dersleri alır. Lise hayatında kendini iyice müziğe verir fakat yükseköğrenim için Ziraat Fakültesi"ni seçer. Aynı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarının dersler verdiği İzmir Radyosu Sanatçılar Derneğine girer ve dört yıl aralıksız, iki yıl aralıklı altı yıl süreyle Türk Sanat Müziği eğitimi alır.
PROFÖSYÖNELLİĞE İLK ADIM
1970"te "Hafta Sonu" gazetesinin açtığı Altın Ses Yarışması"nda 6. olan Sezen Ziraat Fakültesi"ne ikinci sınıfta eldeva der, çünkü aklı,fikri ve yüreği müziktedir. Bir süre sonra da Yeşil Giresunlu"dan, ilk plağını yapması için teklif alır. 1975"e girerken piyasaya çıkan "Haydi Şansım" adlı bu 45"lik plak, sadece 50 tane satar."Moralim çok bozulmuştu... Çünkü o ilk plağımdan kendim ve yakınlarım almıştı sadece... Kimbilir, belki de dağıtımı iyi yapılamamıştı..." Sezen"in daha sonra Kusura Bakma, Gölge Etme, Yaşanmamış Yıllar, Vurdumduymaz, Olmaz Olsun gibi parçalarla yıldızı parlar. 1976 yılında Bebek Belediye Gazinosu’ nda ilk kez sahne alır.Sezen "in ilk filmi 1979 yılında Bulut Aras ile başrolleri paylaştığı Minik Serçe olur. Serçe"nin ikinci ve son filmi ise 1990 yılında Ferhen Şensoy"la oynadıkları "Büyük Yalnızlık"tır... Sezen son olarak 2000"in sonlarında ATV"nin sevilen dizilerinden İkinci Bahar"da Sezen Aksu rolüyle yer alır.
ARTIK SEZEN AKSU VAR
1982 yılının ilk haftasında Şan Müzikholu"nda "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı müzikali sahnelemeye başlar. Sahnede 7 tipi canlandıran Sezen Aksu; Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda, Altan Erbulak gibi usta tiyatrocularla aynı sahneyi paylaşır. Yine aynı yıl, bugün en iyi klasikler arasında yer alan "Firuze" albümü çıkar. Ancak o yıllarda eleştiriler pek de iç açıcı değildir. Ama kim ne dersin Türkiye"de artık Sezen Aksu gerçeği vardır...
TELLİ DUVAKLI
10 Temmuz 1981’de Beşiktaş Evlendirme Memurluğu"nda telli duvaklı Sezen Aksu ile beyaz smokinli Sinan Özer evlenir. Sezen Aksu"nun nikah sırasında Mithat Can"a 4.5 aylık hamile olduğu gündeme gelir. 11 Kasım 1981"de Mithat Can doğar ve bundan iki yıl sonra da bu evlilik son bulur. Ama dostlukları tıpkı diğer eşleri Hasan Yüksektepe, Engin Aksu ve Ahmet Utlu da olduğu gibi asla bitmez...
MÜZİĞİN ZİRVESİNDE
1984, 1986, 1988 ve 1989 yılında çıkardığı albümlerle yükselişine hızla devam eder Sezen. 1991 yılında çıkan "Gülümse" albümü çok farklıdır. Albümde bulunan bütün parçalar hit olur ve hepsi klasikler arasına girer. Albümdeki "Hadi Bakalım" ın Avrupa"da çıkan single"ı, klibi olmamasına rağmen iyi bir satış grafiği çizmeyi başarır. Sezen Aksu artık müziğin zirvesindedir.
KAHPE KADER
Minik Serçe (Sezen Aksu"ya Minik Serçe adını rahmetli gazeteci Yavuz Gökmen takmıştır) 31 Mayıs 1994"te kaybettiğimiz Uzay Heparı ve 16 Ocak 1996"da kaybettiğimiz Onno Tunç"tan büyük yara alır.Tam 17 gün oturduğu yerden kalkmaz, kımıldamaz, gözleri bir noktada öylece kala kalır... Derken birden resim yapmak gelir içinden... Tuvalin üzerinde beliren siyah beyaz resimdeki kişi, Onno Tunç değil, ona "kara kuzum" diyen anneannesi Nadire Hanım"dır... Sezen’in hayatında çok önemli yerlerde olan bu üç kişinin terkini Sezen uzun süre kabullenemez. 6 ay evden çıkmaz..."Resim yapmak iyi geldi... Ama bu arada hep düşündüm, düşündüm... Sonra bir gün aynaya baktım ki, saçlarım bembeyaz olmuş... Aslında beyaz saçlar da yakışıyor bana... Farklı bir görüntü..."
ONNO TUNÇ
Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda Onno Tunç"la bir hatırasını şöyle anlatıyor... "Sabah saatlerinde başladık tartışmaya Onno"yla. Akşam oldu, hala tartışıyoruz. Ağlamaktan gözlerim şişti. Evlerimiz de karşılıklı... Döne döne tartışma, kavga... Sonunda bu geldi, kapımı tekmelemeye başladı. Birden yukarı fırladım ve Smith Wesson marka silahımı kaptım.Ne diyorsun sen Onno! diye namluyu doğrultup kapıya fırlayınca, bu adeta ışınlandı... Yok oldu birden... Zigzaklar çizerek kaçtı... Ben onu duvar dibine sindi sandım... Meğer karayoluna fırlamış, koşuyor... O halini görünce, ben de asfalta çıktım, gülmekten sırtüstü uzanıp debeleniyorum asfaltta. Nasılsa o korkuyla uzun süre geri dönmez dedim, içeri girdim...Meğer o akşam Levent civarında beş ev soyulmuş. Polis gece karanlığında panik halinde koşan Onno"yu görünce "Hırsız budur mutlaka" diyerek hemen enselemiş. Doğru karakola... "Ben Onno Tunç"um" demiş ama karakoldaki hiçbir polis tanımamış bunu... Kavga ettiğimiz için benim adımı da verememiş... Sabahı karakolda etmiş... Derken, onu tanıyan bir polis gelmiş sabah... Sevincinden polisin boynuna sarılmış... Ancak o zaman salıvermişler... Bir daha kapımı hiç tekmelemedi!"
PRODÜKTÖR SEZEN
Sezen Aksu vokalistlerine albümler yaparak onlara birer star olma yolunu da açar. Sezen"in bize ilk tanıttığı kişi Aşkın Nur Yengi"dir. 1990 yılında prodüktörlüğünü üstlendiği Aşkın N. Yengi"nin ilk albümü, "Sevgiliye" albümü, milyona yakın trajıyla büyük bir başarı sağlamıştır. Prodüksiyonunu üstlendiği ikinci kişi Sertab Erener olur. "Sakin Ol" albümü, yine büyük bir satış başarısıyla Sezen"in bir prodüktör olarak da ne kadar büyük işler yapabileceğini gösterir.Sertab Erener"in albümünden bir kaç ay sonra Levent Yüksel"in albümü "Med Cezir" piyasaya çıkar. Şarkılar ilk aylarda kimsenin dikkatini çekmez ancak, bir kaç ay sonra farkedilen albüm bir milyonu aşan tirajı ve klasikler arasına şimdiden geçen birbirinden güzel şarkılarla Sezen"in prodüktörlükteki başarısını bir kez daha kanıtlar.
TANRI KRALİÇEYİ KORUSUN
Sezen 1991"den sonra çıkardığı bütün albümlerle çok dikkat çeker, çok eleştirilir. 1995 yılında türkü ve Anadolu atmosferiyle, 1996 yılında başka sanatçılara verdiği şarkıların bir derlemesi ve Onno Tunç"a adanan “Düş Bahçeleri”yle, 1997 yılında yine çok değişik bir tarzla Goran Bregoviç ile çalışarak karşımıza çıkar Sezen. 1998 ve 2000 yılında çıkan albümlerde de yeniliklerine devam eder. Belki de bütün bunlar Kraliçe "nin zirve keyfini çıkarmasıdır...
MİTHAT CAN
Sezen oğlunu ne kadar çok sevdiğini şu cümleyle çok iyi açıklıyor.‘Benim oğlumu sevdiğim kadar, beni seven olmadı...’Minik Serçe"mizin oğlu Mithat Can Özer 11 Kasım 1981 doğumlu. Özel Atanur Oğuz Lisesi"nden mezun oldu. Şimdi ise Londra Music Schooll "da okuyor Mithat Can. Sezen babaannelik hakkında ise şöyle diyor:"Mithat Can’ın bir aşk bebeği yapmasını isterim ve ona ben bakarım.
TARKAN
17 Ekim 1972 Salı günü, Almanya'nın Alzey kentinde, bir Türk ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlarda Alman kültürünü keşfetti. Evde Türkçe, anaokulunda Almanca konuşuyordu. Anaokulunda sanata yeteneği fark edildi. Resim ve müziğe karşı yetenekliydi. Daha o günlerde dönemin popüler şarkıcılarıyla ilgileniyordu. İlkokulda müziğe iyice eğildi. Arkadaşlarına konserler verecek kadar ileri gitti. Bugünün yıldız ismi, Tarkan, daha küçük yaşta kenidini gösteriyordu.
Tarkan Tevetoğlu 1983 yılında Real Schule'ye başladı. 1986 yılında ailesiyle birlikte Türkiye'ye döndüler. Karamürsel'e yerleştiler. Tarkan da ortaokula başladı. Müzik aşkını Türkiye'de de sürdürmek isteyen Tarkan, Karamürsel Musiki Cemiyeti'ne kaydoldu. Okulla pek ilgilenmiyor, cemiyetin derslerini takip etmeyi tercih ediyordu. Bu dönemde Türk Musiki'sinin inceliklerini öğrendi, sesini geliştirdi. Ama o dönemde bile özellikle alaturka söylemek gibi bir takıntısı yoktu. O, müziğin kendisini seviyordu.
1988'de yine ailesiyle birlikte İstanbul'a taşındı. Maltepe Orhan Gazi Lisesi'ne kaydoldu. İstanbul'un en önemli merkezlerinden Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne devam etmeye başladı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde dönemin saygın hocalarından dersler aldı. Cep harçlığını çıkarmak için Çınarcık'ta sahneye çıktı.
1991 yılında Almanya'ya dönmeye karar verdiği sırada Mehmet Söğütoğlu ile tanıştı ve ilk albümü Yine Sensiz'i kaydetmeye başladı.Yine Sensiz, dönemin moda şarkılarından oluşan bir albüm olarak tutuldu, Tarkan da yakışıklı bir genç olarak benimsendi. Kıl Oldum Abi, Çok Ararsın Beni, Vazgeçemem gibi parçalar, onu geniş kitlelere tanıttı. İkinci albümü Aacayipsin büyük başarı kazandı. Tarkan artık yorumcu olarak gücünü kanıtlamıştı. Hepsi Senin Mi, Dön Bebeğim, Gül Döktüm Yollarına, Kış Güneşi gibi parçalar son dönemin en iyi pop parçaları arasında sayıldı. Tarkan, renkli kişiliği, söyleşilerde iyice belirginleşen zekasıyla yaşıtı müzisyenler arasından hemen sıyrıldı ve öne geçti. Artık sadece genç kızların sevgilisi şeklinde anılacak bir şarkıcı değil, yeteneği kabul edilmiş bir müzisyendi. Ölürüm Sana albümü çıktığında yer yerinden oynadı. Şımarık adlı parça bir anda ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Başına Bela Olurum, Unut Beni, Ölürüm Sana albümün en sevilen parçaları arasındaydı. Tam bu dönemde,yurtdışından gelen teklifleri değerlendirmeye karar verdi.
Dil öğrenmek ve dinlenmek için sık sık ABD'de bulunan yıldız, Ahmet Ertegün gibi önemli müzik adamlarının da dikkatini çekmeyi başarmıştı. Avrupa pazarında elden ele dolaşan Tarkan albümleri, dünya müzik basınının da ilgisini çekti. Fransa, Belçika, Almanya ve Hollanda bu genç şarkıcıyı baştacı etmekte gecikmediler. CNN'den, MTV'ye hemen her paltformda konuştu Tarkan. Aacayipsin, Olurum Sana, Tarkan gibi isimlerle yayımlanan albümleri ona dünya çapında şöhret kazandırdı. Konserleri tıklım tıklım dolan bir şarkıcı olarak, Salute gibi ünlü gençlik dergilerinin de baş köşesinde yer aldı. Fransa'da iki yıldır, yılın en sevilen erkek şarkıcısı anketlerinde ilk ona girdi. Dünya müzik basını onu ateşli dansları nedeniyle Ricky Martin'le kıyaslıyor.
CEZA
Ceza, 1977 yilinda Üsküdar/Istanbul’da dogdu. Rap müzige olan ilgisi ilkokul yillarinda sira arkadasindan ödünç aldigi kasetlerle basladi. Ceza tabii ki gerçek ismi degil, bu onun hiphop’ta kullanmak için seçtigi yada daha dogrusu kazandigi bir lakap! Katildigi hiphop partilerinde, Freestyle rap (yani o an sahneye çikip müzik esliginde, o an yazilan sözlerle rap yapma) yarismalarinda her zaman birinci olan Ceza için diger yarismacilar hep “eyvah Ceza’miz geldi” diyorlarmis ve bunun sonucunda, o da Ceza’yi lakap olarak kullanmaya baslamis.
Gençlik yillarinda, çesitli projelerde yer alan Ceza, 1998 yilinda Dr. Fuchs ile bir araya gelerek “Nefret”i kurdu. Kendi çabalariyla yaptiklari deneme kayitlari sonrasinda “Yeralti Operasyonu” isimli toplama Türkçe Rap albümünde yer aldilar.
“Yeralti Operasyonu”nda en çok ilgi çeken grup olan “Nefret”, kisa bir süre sonra Hammer Müzik ile anlasarak ilk albümü “Meclis-i Ala Istanbul”u yayinladi. Albümün hit parçasi “Istanbul” için çekilen videoklip birçok yerel ve ulusal TV kanalinda yayinlandi. Albüm sonrasi Türk ve Yabanci basindan olumlu elestiriler alan “Nefret”, H2000, J&B Dance Festivali ve Avrupa Müzik Festivali gibi büyük organizasyonlarda sahne aldi. “Meclis-i Ala Istanbul” albümleri Hammer Müzik’in distribütörleri tarafindan Türkiye ile ayni anda Avrupa’da da piyasaya sürüldü. Özellikle Türkçe Rap’in büyük ilgi gördügü Almanya’da Türkiye’den çikan bir grup için yüksek bir satis rakamina ulasti.
Ikinci albümleri “Anahtar” için Istanbul’da Digitalmix stüdyosunda kayida giren “Nefret”, çalismalarini 2001 yilinin Temmuz ayinda tamamladi. Cartel grubundan Erci E, Wu Tang Clan için yaptigi featuring ile büyük isim yapan Bektas, Megalomaniax grubundan Kader K, ve “Gerçek Kal” albümüyle adindan söz ettiren Fresh B’nin de konuk oldugu albümde scratch’ler Almanya’nin ünlü DJ’leri DJ Rocky ve DJ Ness tarafindan atildi
Türkiye’de yasanan ekonomik kriz ve Dr. Fuchs’un ani sekilde askere gitmesi sonucu istenilen promosyonun yapilamamasina ragmen “Anahtar” çok yüksek bir satis rakamina ulasti ve Nefret’in Türkiye’nin en çok satan ve Dünya’da en çok taninan Türkçe Rap grubu olmasini sagladi!
Dr. Fuchs’un askere gitmesinin üzerine, Ceza uzun süredir üzerinde çalistigi, solo albüm projesine hiz verdi. Prodüktör olarak Silahsiz Kuvvet’ten Dj Mic Check’i seçen Ceza; ilk solo albümü “Med-Cezir”in kayitlarini Kuvvet Mira ve Digitalmix stüdyolarinda gerçeklestirdi.
Solo albüm çalismalari devam ederken Türkiye’de pek çok konser veren Ceza, 2002’nin Mart ayinda ilk yurtdisi konserini de Isveç’te gerçeklestirdi. Isveç’te yasayan Türklerin yanisira Isveç’li müzikseverlerinde yogun ilgi gösterdigi konser çok basarili geçti. Ceza, Isveç seyahatinde ayrica Isveç’in en önemli hiphop gruplarindan Fjarde Varlden ile birlikte bir parça kaydetti. Bu parça Fjarde Varlden’in “Tamam” adli single’inda yeraldi ve Isveç’te CD ve LP olarak piyasaya çikti.
Haziran 2002’de “Med Cezir” piyasaya çikti. Albüme adini veren “Med Cezir” parçasina daha önce Levent Yüksel, Mirkelam gibi sanatçilara çektigi videokliplerle ünlenen yönetmen Murad Küçük tarafindan profesyonel bir video klip çekildi. Klip müzik kanallarinda dönerken, Ceza ayrica ulusal kanallarda haber bültenlerine ve çesitli TV programlarina konuk oldu. Tüm günlük gazeteler (Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Vatan vs.), aylik dergiler (Blue Jean, Cosmo Girl, Aktüel, Istanbul Life vs.) özel röportajlarla yer verdiler.
Albüm sonrasinda Türkiye’nin dört bir yaninda konserler veren ve H2000, RockIstanbul gibi önemli organizasyonlarda yer alan Ceza ayrica yurtdisinda Almanya, Hollanda, Isveç, Norveç, Belçika gibi ülkelerde sahne aldi.
Ceza, Mart ayinda Mitsubishi Lancer için bir radyo reklamini seslendirerek tekrar gündeme geldi. Reklamin çektigi büyük ilgi üzerine devam bölümleride kaydedildi.
Ikinci albümünü hazirlayan Ceza, bu arada Candan Erçetin, Mercan Dede ve Burcu Günes’in albümleri içinde düetler kaydetti ve bu düetlerle de ses getirdi.
2004 yilinin sonlarina yaklasirken Ceza, Rapstar albümünü piyasaya sürdü, albümde 22 track bulunuyordur, albüm genelde basarili bir perspektif çiziyor, farkli beat´ler üzerinde de rap yapilabilecegini kanitlamaya çalisiyor adeta, sarki sözleri çok ince elenmis s*k dokunmus, bazen bir sözlüge ihtiyaç duydugumuz anlar oluyor ama yine de mesajlar dogru kanallara ulastirilmis gözüküyor, rap camiasina atiflarda bulunulmus,dokundurmalar yer yer göze batiyor, ama bir "diss" mantigiyla degil, daha çok yeri gelince söylenmis dokundurmalar, sonuç olarak Ceza´dan beklenebilecek kalitede bir çalismanin ürünü. Albümde Sahtiyan, Fuchs, Fuat, Ayben, Mic check, bu projede sanatciya eslik eden isimlerdir.
EMRE AYDIN
|
Doğum Yeri : Isparta
Doğum Tarihi : 02 Şubat 1981
Eğitimi : Lisans
|
Liseyi Antalya Anadolu Lisesi'nde bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde eğitim gördü. 2002 yılında SingYourSong beste yarışmasında 6.Cadde isimli grubuyla Türkiye birincisi oldu. 2003 yılında solistliğini ve şarkı yazarlığını üstlendiği grubu 6.Cadde`yle ilk ve tek albümlerini yayınladı. Aynı yıl gruptan ayrıldı.
Aynı dönem internet üzerinden yayınladığı "Belki Bir Gün Özlersin" isimli şarkısıyla özellikle genç kesim tarafından tanındı. Solo kariyerinin ilk çalışması olan "Afili Yalnızlık" albümü Ekim 2006'da Sony Music BMG/GRGDN tarafından yayınlandı. İlk klip albüme de adını veren "Afili Yalnızlık" şarkısına Yon Thomas tarafından çekildi. Klipte Emre Aydın yerine ünlü oyuncu Şebnem Dönmez rol aldı. Ardından; "Kim dokunduysa sana ona git", "Git", "Belki bir gün özlersin" şarkılarına klip geldi. Emre Aydın "Belki bir gün özlersin"e çektiği video kliple birçok müzik listesinde üst sıralara yerleşti.
Sanatçı en iyi çıkış, en iyi albüm, en iyi yorumcu gibi birçok dalda ödül kazandı. Gripin'in albümünde yer alan ve Emre Aydın'ın da eşlik ettiği "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" parçası 11. İstanbul FM Altın Ödülleri töreninde En iyi şarkı, beste ve söz ödülünü almıştı.Emre; ikinci konsept albümünün temasını efkar olarak isimlendirdi. |
|
SELİM GÜLGÖREN
Dogum yeri: Istanbul ,20/11/1985
Üsküdar doğumlu..
Marmara Üni. Turizm ve Seyehat İşletmeciliği mezunu.
Şuanda da Anadolu Üni. Açıköğretim Fakültesi İşletmecilik 4. sınıfı okuyor.
Kısmetse bu sene okul biticekmis.
Boğaziçi Müzik Okulu Türk Sanat Müziği bölümü, Üsküdar Musiki Cemiyeti Müzik için Kompozisyon bölümü ve Avrupa Trio Müzik Okulundan da Jazz Trio eğitimi almis.
6 yaşından beri org çalıyor. Onun dışında darbuka, gitar, kanun, perkinsyon cihazlarını çalabiliyor.Bu müzik sevdası selim gülgörene Ablasinin küçükken hediye ettiği org sayesinde müziğe meraki başlamis. Ailede ondan başka müzikle ilgilenen yok. 15 senedir müzikle ilgileniyor. Asıl mesleği aranjörlük.
Daha önce birkaç reklam filminde rol almış ama ciddi anlamda ilk projem Baba Ocağıdır. Filmin yapımcılarıyla (Mustafa Şevki Doğan) dizinin müzikleri ile ilgili görüşmeye gitmiş Mustafa ağabey dizide müzisyeni canlandırıcak biri lazım deyince selim gülgörene kısmet olmus.
Gelelim Huylarına.
Selim Fenerbahçeli..
Ama deli gibi fanatik bir izleyici değil sadece milli maçlara bakıyor.
Selim saçlarına birinin dokunmasından nefret ediyor.
Dişlerini fırçalamadan asla uyuyamaz.
Aşırı titiz.
Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamadan rahat edemiyor..
Çekimler dışında asla jöle ve sprey kullanmıyor..
Yüzünde çekim için makyaj varken çok rahatsız oluyor.
Selim çok takıntılı biri..
O?nu tanımadan ukala demelerine kızıyor.
Ayakkabısına basılmasından ve ayakkabısının kirlenmesinden nefret ediyor..
İllaki marka olsun istemiyor, alışverişlerini genelde annesi yapıyor..
Home stüdyosuna yeni aranje cihazları almayı alışveriş yapmış sayıyor.
Burcu akrep ama burçlara inanmıyor..
Sakalsız kalmaktan nefret ediyor. (sakalsız kendisini çirkin ve çocuk gibi hissediyor)
Çok duygusal.
Yemekten asla vazgeçemiyor.
Yemek yerken gözü hiçbir şey görmüyor.
Spor yapmadan duramıyor…
Bestelerinin hepsinin bir yaşanmışlığı varmış. Yaşanmış olmasa beste anlamsız geliyormuş..
Selim Gülgören star tv de 20 Haziranda yayınLanıcak oLan Baba Ocağı dizisinde başroL oyuncuLarından biri Burak Özçivit’in ikiz kardeşini oynuyor.
Burak Özçivit ve Selim Gülgören in kendi hayalleri peşinde koşan ikiz kardeşleri canlandırdığı Baba Ocağı , sıcacık, kahkaha ve duygu yüklü, ekranlarda ışıl ışıl bir Ege havası estirecek olan bu dizi, Starın iddialı yapımlarından biridir..
İSMAİL YK
İSMAİL-YK, 5 kardeşin en küçüğü olarak günün sabah saat beşinde dünyaya gelir. Doğduğunda kardeşlerin hepsi müzikle ilgenmektedir. O da onlara katılıp onlardan çok şey öğrenerek müziğin gerçek sesini hisseder. O zamanlar bile okulda, sahnede her yerde içinden geldiği gibi davranır, şarkilar okur. Lise mezunu olduktan sonra kendisini tamamıyla müziğe verir ve Yurtseven Kardeşler desteğiyle ilk solo albümü “Şappur Şuppur” ile Türkiye piyasasına bomba gibi düşer.
Dinamikliği ve kafasında oluşturup, müzik dünyasına kazandıracağı farklı projeleri nedeniyle, Yurtseven Kardeşler ilk teklifi kendi aralarında anlaşarak İSMAİL-YK´ya sunarlar ve bu teklif İSMAİL-YK tarafından kabul edilir. Ayrıca bu teklif, kardeşlerin birbirlerine olan bağlılıklarını da göstermektedir.
İSMAİL-YK, Türkiye´ye biraz daha farklı, gerek müziğiyle, gerek giyimiyle, gerek showuyla, gerek sahnesiyle türk müzik dünyasına ayrı bir renk katmıştır. Türkiye´de böyle bir boşluğu doldurmak için tüm ekibiyle birlikte üç buçuk yıl yoğun bir şekilde, büyük çaba sarf etmiştir. Bu boşluğu doldurmak ise, İSMAİL-YK´nın büyük HEDEFİYDİ ! Verdiği bu emeğin karşılığını 2004 yılında AVRUPA MÜZİK etiketiyle sunulan “Şappur Şuppur” albümün satışı nedeniyle 2005 yılında MÜYAP tarafından ödüllendirilmesiyle alır.
|
|
ORHAN ŞAİK GÖKYAY
Şâirlerinden, edebiyat öğretmeni ve târihçisi. 1902’de İnebolu’da doğdu. Babası Filibeli
muallim Mehmed Cevdet Efendi, annesi Şefike Hanımdır.
İlköğrenimini Kastamonu’da yaptı. Ortaöğreniminden sonra Ankara Darülmuallimînine girdi. 1922’de
mezun olduktan sonra, Giresun, Samsun ve Balıkesir’de ilkokul öğretmenliği yaptı. Bilâhare İstanbul
Edebiyat Fakültesine ve Yüksek Muallim Mektebine girdi. Mezûn olunca, öğretmenlik mesleğine
döndü. Yurdun birçok yerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yaptı ve 1941’de Devlet
Konservatuvarı Müdürlüğüne getirildi. Burada çalıştığı yıllarda Türk konservatuvarının târihçesini
yayınladı.
Şahlanıp şu dağların köpüren sularından
Tutuşan gönüllere ses verdik zaman zaman
Çalkalanır içimizde ufka çarpan bir umman
İlhâm olur çağıldar şarkımızda bu vatan
kıtasıyla başlayan, Konservatuvar Marşını yazdı. 1944’te ırkçılık-turancılık yaptığı gerekçesiyle hapse
düştü. Bilâhare beraat etti. Tekrar öğretmenliğe döndü. Yurtdışında talebe müfettişliği yaptı. Londra
Üniversitesinde ve İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliğinde bulundu ve 1969’da
emekliye ayrıldı. 1984-1985 yıllarında Marmara Üniversitesi, daha sonraki senelerde de Mîmar Sinân
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültelerinde edebiyat dersleri verdi.
İlk şiir zevkini, edebiyat öğretmeni olan babasından aldı. İlk şiirleri lise öğrencisiyken Açık Söz
gazetesinde çıktı. İzmir işgal edilince Ankara’da çıkan 15 Mayıs Gazetesinde “İzmir’e Tahassür” adlı
vatan sevgiyle dolu manzumesini yayınladı. Bilim dünyâsında edebiyat târihimize âit araştırmalarıyla,
yine bu alanda kitap ve yazıları, eski nesirden sâdeleştirmeleri olan Orhan Şaik; sanat dünyâsında
çeviri eserleri ve halk şiirimizin geleneklerine bağlı, çoğu millî konularda lirik-epik şiirleriyle tanındı.
Balıkesir’de öğretmen olduğu sıralarda çıkardığı Çağlayan mecmuasında Aya Mektuplar başlıklı
nesirler vardır. Şiirlerinde aruz veznini de kullandı. Birçok dergide çıkan Budin Türküsü, Bayburt
Türküsü, Maraş Türküsü gibi şiirlerinde ise dünün ve bugünün duygularını dile getirmiştir. Almanca,
İngilizce, Arapça ve Farsça tercümeleri ve edebiyat alanında alıştırmaları vardır.
Başlıca gâyesi üniversite hocası olarak görünmek oldu ancak istediği gerçekleşmedi. Üniversite
hocalarını hedef aldı. Eserlerinde her yazar ve ilim adamı gibi olmayacak hatâlar yapmasına rağmen
destûrsuz bağa girdi. Tenkitlerini Destûrsuz Bağa Girenler adı ile yayınladı. 1989 yılında İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi kendisine “doktor” ünvanını verdi. 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti.
Eserleri:
Bugünkü Dille Dede Korkut Hikâyeleri (1939), Devlet Konservatuvarı Târihçesi (1941),
Kabusnâme (1944), Kâtip Çelebi Hâtıra Kitabı (1957), Kâtip Çelebi’den Seçmeler (1968) ve
G.Jacob’dan: Türklerde Karagöz, Paul Wetlek’ten: Menteşe Beyliği, Brockelmann’dan: İslâm
Devletleri Târihi, C. Brentano’dan: Yiğit Kasperl ile Güzel Annerl’in Hikâyesi gibi çevirileri vardır.
Orhan Şaik, şiirlerini bir kitapta toplamadı, dergilerde dağınık bıraktı. Türkçeyi çok güzel kullanmasına
rağmen bir ara uydurmacılık akımı içinde yer aldı. Aşağıdaki şiiri unutulmaz manzumelerindendir.
Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936)
Türk, şair. İstiklal Marşı'nı yazmış, günlük konuşma dilinin şiirle kaynaşmasını sağlayarak halkçı bir nazmın doğuşuna ön ayak olmuştur. İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır.
Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, veFransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı.
1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı.
Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü.
Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren "manzum hikâye" biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur. Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, "edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği" anlayışına bağlı kalarak "sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış, "libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır. Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.
RIFAT ILGAZ
Rıfat ILGAZ 1940'ların toplumcu-gerçekçi şairlerinin başta gelenlerindendir.
1911 yılında Cide'de doğdu. Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927'de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz(Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle buradan ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi'nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu. Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938 'de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı.
1939'da İstanbul Karagümrük Ortaokulu'nda Türkçe Öğretmenliğine başlayan Ilgaz'ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940 'da Çığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi. Hasan TANRIKURT, Sabahattin KUDRET AKSAL, Salah BİRSEL'le tanıştı.
Ömer FARUK TOPRAK ile 9 Eylül 1942'de Yürüyüş Dergisi'ni çıkardılar. Bu dergide Orhan KEMAL, Sait FAİK, Cahit IRGAT, A.Kadir, Nâzım HİKMET (İbrahim SABRİ) ile birlikte çalıştılar.
1943'te ilk kitabı "Yarenlik"i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944'de "Sınıf"adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı. Pertev Naili Boratav "Sınıf" için : "Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat ILGAZ'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak birşey yoktur" diye yazdı.
1945'te Gün Dergisi çıktı. Ilgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz NESİN'in Cumartesi Dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı.1946'da Esat ADİL, Sabahattin ALİ ve Aziz NESİN ile birlikte Gerçek Gazetesini çıkardılar. 1946 Ekim ayında Yığın Dergisini'ni Esat Adil MÜSTEÇAPLIOĞLU ve Adil YAĞCI ile birlikte çıkardılar.
Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat'a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanatoryumunda yattı.
Şubat 1947'de Sabahattin ALİ, Aziz NESİN ve Mim UYKUSUZ'un çıkardığı Marko Paşa kadrosuna girdi. İmzasız yazılar yazdı. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi. Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa gibi dergilerin adı sık sık değişiyordu.
1950'li yıllarda Ilgaz, gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960'da Tan Gazetesi'nde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı.
Turhan SELÇUK ve İlhan SELÇUK'un çıkardığı Dolmuş Dergisi'ne "Stepne" takma adıyla yazılar yazdı. Hababam Sınıfı, Pijamalar(Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul'da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı'nı da isminin sakıncalı olması nedeniyle "Stepne"(Yedek Lastik) takma adıyla yazdı.
Ocak 1953'te "Devam" adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı.
1958 de Semih Balcıoğlu'nun çıkardığı "Taş" dergisinde Rıfat Ilgaz imzasıyla yazılar yazdı.
1959 "Büyük Gazete" adında çıkan yeni bir dergiye yönetici oldu. Aynı yıl arkadaşı Suavi ile birlikte "Gar Yayınları"nı kurdu.
1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ve şiir yayınlama özgürlüğüne kavuşan Rıfat Ilgaz, Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organlarında ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf Yayınları'nı kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970'te Basın Şeref Kartı'nı aldı.
1974'te emekli oldu. Doğum yeri olan Cide'ye (Kastomonu) yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve 1 aydan fazla gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul'da, oğlu Aydın ILGAZ ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar "Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra" adlı kitabında anlatılır. Birlikte Çınar Yayınları'nı kurdular.
1982 yılında Yıldız Karayel romanıyla "Orhan Kemal Roman Armağanı"nı ve "Madaralı Roman Ödülü"nü" aldı. 6 Aralık 1982 de İstanbul Şan Müzikholü'nde "55. Sanat ve70. Yaş Günü" çok sayıda sanatçı ve sevenlerinin katıdığı görkemli bir törenle kutlandı.
1987 de Ocak Katırı Alagöz kitabıyla" Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü aldı.
Onu hepimiz Hababam Sınıfı'nın yazarı olarak bildik. Altmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir.
1993 yılında Tüyap Onur Yazarı ödülününe layık görüldü. Ne yazık ödülünü alamadan öldü.
Yıllarca bizden kendisini uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat ILGAZ adını yeniden yücelttiyse de, Sivas Olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.
SEZEN AKSU
13 Temmuz 1954"de İzmir"de doğdu.Ziraat fakültesindeki öğrenimini yarıda bırakarak profesyonel şarkıcılığa başladı.1970"lerin ortalarında "Kaybolan Yıllar", "Gölge Etme" gibi sarkılarla yıldızı parladı. Şarkılarının çoğunu kendi besteledi. Bazılarının da sözlerini yazdı. İlk kez 1979"da sinema oyunculuğu denedi.- Minik Serçe- oyunculuk yeteneğiyle dikkat cektiği, "Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra" adlı muzikallerdeki "Sen Ağlama "Geri Dön", "Dağlar Dağlar" gibi şarkılarla ününü perçinledi. Sonraki "Git" kasetiyle zirvedeki yerini aldı. Türk pop muziğinin en güçlü seslerinden Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel, Tilbe gibi bir zamanlar vokalistliğini yapmış gençleri pop muziğimize kazandırdı.Üç kez evlendi ve bir çocuk annesi...
Sezen Aksu"nun albümleri: Serçe,Ağlamak Güzeldir, Firuze, Sen Ağlama, Git, Sezen Aksu "88, Sezen Aksu Söylüyor, Gülümse, Deli Kızın Türküsü, Işık Doğudan Yükselir, Gül Bahçeleri, Düğün ve Cenaze, Adı Bende Saklı, Sarı Odalar(Ben Seni Çok Sevdim Oplum)
Dillerden düşmeyen bazı şarkıları: Kaybolan Yıllar, Gölge Etme, Yak Bir Sigara, Firuze, Hata, Ağlamak Güzeldir, İkinci Bahar, Dilimin Ucunda Kelimeler, Geri Dön, Tukeneceğiz, Git, unzile, Değer mi Hiç, Sarışınım, Bir Çocuk Sevdim, Seni İstiyorum, Şinanay, Gidiyorum, Belalım, Hadi Bakalım, Gülümse, Masum Değiliz, Deli Kızın Türküsü, Tenna...
BEBEK SEZEN
Fen öğretmeni Şehriban Hanım ile matematik öğretmeni Sami Bey, Denizli"de tanışıp evlenirken, dünyaya gelecek çocuklarını disiplinli bir şekilde yetiştirmeye karar verirler... Şehriban Hanım ağır bir hamilelik dönemi geçirir, doktorların bütün ısrarlarına rağmen çocuğunu aldırmaz. 13 Temmuz 1954’de Fatma Sezen Yıldırım dünyaya gelir... Çocukluğu dünyaya geldiği Denizli Sarayköy"de geçer Sezen"in... Annesi ve babasıyla birlikte yaşadığı, Sarayköy"deki derenin yanındaki iki katlı o evi hiç unutamaz...sezen
SEZEN... CÜCE BELA
Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda o iki katlı evi ve çok sevdiği anneannesini şöyle anlatıyor..."Alt katta Huriye teyzem otururdu... Üst katta ise anneannemle biz... Babamla annem, aldıkları eğitim gereği bana karşı hep mesafeli dururlardı... Bir yaşıma kadar saçım yok, kabak kafalı bir Sezen "dim... Bir tek dudaklar gene böyle, iri etli dudaklar... Beni epey özgür bırakmışlardı... Nasıl bırakmasınlar ki, adım "Cüce Bela" ya çıkmıştı... İlle de dikkat çekeceğim... Hiçbir şey yapamasam, durduk yerde düşüp bayılırdım... İnsanlar benimle ilgilensinler diye neler yapmazdım ki... Habire evden kaçardım mesela... 10 yaşımda makyaj yapardım... Annemler bir ara benimle ilgili olarak çok çaresiz kalmışlar. Beni kendi halime bırakma kararları da ondan sonra kendiliğinden gündeme gelmiş zaten."
YARAMAZ KIZ
Çocukluğunda "acaip bir yaratık" olduğunu söyleyen Minik Serçe, bebekken bir gün annesinin yün yumaklarından kendisine meme yapmış ve eve ziyarete gelen kaymakam düşüp, bayılıvermiş. 10 yaşında makyaja başlayan Sezen, daha o zamandan haftada bir saçını değişik renklere boyamaya başlamış. Çocukluktan şöhret olmayı kafasına takan Sezen, İzmir"in bütün sokaklarında şarkı söyler, milleti başına toplarmış. Konak - Köprü arasındaki troleybüste aralıksız şarkı söylediğini söyleyen Sezen, bir gün bütün durakları es seçen şoförle biletçinin açığa alınmasına neden olmuş.Annesi ve babasının O"na hiç dokunmamış olması; belki de gençliğinde her on beş günde bir dikkat çekme amacıyla intihara kalkmasına neden olmuştur. Bu ten temasının yoksunluğuna karşın, Sezen ailesinin kendisine güven ve sevgiyi sonsuz bir güçle hissettirdiğini söylüyor. O"na göre, yalnızca sevgilerini gösterme şekilleri farklıydı.
KARA KUZU
Sezen Aksu"nun yaramazlıklarındaki en önemli müsekkini anneannesidir... Nadire Hanım eski Osmanlı kadınlarından, karizmatik ve etkileyicidir... Ve Sezen onun "kara kuzu"sudur... Ancak, Sezen"in yaşadığı ilk ve en önemli acı da onunla ilgili olur ne yazık ki... Sezen hayatı boyunca unutmaz, unutamaz o acıyı..."Çok özel bir kadındı anneannem. Mücadele içinde yaşamış, hayatı tırnaklarıyla kazımış. Annem henüz altı yaşındayken dedem ölmüş, çiftlikteki tüm işler onun üzerine kalmış. Her şeyi, tüm yükü göğüslemiş. Tam bir hanım ağa... At binen bir kadın. Zeki, ileri görüşlü. "Doğurdum diye sevmem evladımı, faziletli olması gerek, sevgiyi hak etmesi gerek" derdi. Kişiliğimde derin izleri var onun. 14 yaşımdaydım. İlk acımı onunla yaşadım. Elimi tutarken öldü. "Elimi ovar mısın?" dedi ve ben ağlamaya başladım. Bana "kara kuzum" derdi. "Kara kuzum ağlama, üzülürüm. Dilerim sen de benim gibi mutlu gidersin" dedi. Dua ederken, nefesi kesildi. O gece anneannemin yanında uyudum, hiç korkmadım."
KARA KUZU BÜYÜYOR
Büyüme çağında sanatın bütün dallarına ilgi duyan Sezen, resim, tiyatro, dans dersleri alır. Lise hayatında kendini iyice müziğe verir fakat yükseköğrenim için Ziraat Fakültesi"ni seçer. Aynı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarının dersler verdiği İzmir Radyosu Sanatçılar Derneğine girer ve dört yıl aralıksız, iki yıl aralıklı altı yıl süreyle Türk Sanat Müziği eğitimi alır.
PROFÖSYÖNELLİĞE İLK ADIM
1970"te "Hafta Sonu" gazetesinin açtığı Altın Ses Yarışması"nda 6. olan Sezen Ziraat Fakültesi"ne ikinci sınıfta eldeva der, çünkü aklı,fikri ve yüreği müziktedir. Bir süre sonra da Yeşil Giresunlu"dan, ilk plağını yapması için teklif alır. 1975"e girerken piyasaya çıkan "Haydi Şansım" adlı bu 45"lik plak, sadece 50 tane satar."Moralim çok bozulmuştu... Çünkü o ilk plağımdan kendim ve yakınlarım almıştı sadece... Kimbilir, belki de dağıtımı iyi yapılamamıştı..." Sezen"in daha sonra Kusura Bakma, Gölge Etme, Yaşanmamış Yıllar, Vurdumduymaz, Olmaz Olsun gibi parçalarla yıldızı parlar. 1976 yılında Bebek Belediye Gazinosu’ nda ilk kez sahne alır.Sezen "in ilk filmi 1979 yılında Bulut Aras ile başrolleri paylaştığı Minik Serçe olur. Serçe"nin ikinci ve son filmi ise 1990 yılında Ferhen Şensoy"la oynadıkları "Büyük Yalnızlık"tır... Sezen son olarak 2000"in sonlarında ATV"nin sevilen dizilerinden İkinci Bahar"da Sezen Aksu rolüyle yer alır.
ARTIK SEZEN AKSU VAR
1982 yılının ilk haftasında Şan Müzikholu"nda "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı müzikali sahnelemeye başlar. Sahnede 7 tipi canlandıran Sezen Aksu; Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda, Altan Erbulak gibi usta tiyatrocularla aynı sahneyi paylaşır. Yine aynı yıl, bugün en iyi klasikler arasında yer alan "Firuze" albümü çıkar. Ancak o yıllarda eleştiriler pek de iç açıcı değildir. Ama kim ne dersin Türkiye"de artık Sezen Aksu gerçeği vardır...
TELLİ DUVAKLI
10 Temmuz 1981’de Beşiktaş Evlendirme Memurluğu"nda telli duvaklı Sezen Aksu ile beyaz smokinli Sinan Özer evlenir. Sezen Aksu"nun nikah sırasında Mithat Can"a 4.5 aylık hamile olduğu gündeme gelir. 11 Kasım 1981"de Mithat Can doğar ve bundan iki yıl sonra da bu evlilik son bulur. Ama dostlukları tıpkı diğer eşleri Hasan Yüksektepe, Engin Aksu ve Ahmet Utlu da olduğu gibi asla bitmez...
MÜZİĞİN ZİRVESİNDE
1984, 1986, 1988 ve 1989 yılında çıkardığı albümlerle yükselişine hızla devam eder Sezen. 1991 yılında çıkan "Gülümse" albümü çok farklıdır. Albümde bulunan bütün parçalar hit olur ve hepsi klasikler arasına girer. Albümdeki "Hadi Bakalım" ın Avrupa"da çıkan single"ı, klibi olmamasına rağmen iyi bir satış grafiği çizmeyi başarır. Sezen Aksu artık müziğin zirvesindedir.
KAHPE KADER
Minik Serçe (Sezen Aksu"ya Minik Serçe adını rahmetli gazeteci Yavuz Gökmen takmıştır) 31 Mayıs 1994"te kaybettiğimiz Uzay Heparı ve 16 Ocak 1996"da kaybettiğimiz Onno Tunç"tan büyük yara alır.Tam 17 gün oturduğu yerden kalkmaz, kımıldamaz, gözleri bir noktada öylece kala kalır... Derken birden resim yapmak gelir içinden... Tuvalin üzerinde beliren siyah beyaz resimdeki kişi, Onno Tunç değil, ona "kara kuzum" diyen anneannesi Nadire Hanım"dır... Sezen’in hayatında çok önemli yerlerde olan bu üç kişinin terkini Sezen uzun süre kabullenemez. 6 ay evden çıkmaz..."Resim yapmak iyi geldi... Ama bu arada hep düşündüm, düşündüm... Sonra bir gün aynaya baktım ki, saçlarım bembeyaz olmuş... Aslında beyaz saçlar da yakışıyor bana... Farklı bir görüntü..."
ONNO TUNÇ
Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda Onno Tunç"la bir hatırasını şöyle anlatıyor... "Sabah saatlerinde başladık tartışmaya Onno"yla. Akşam oldu, hala tartışıyoruz. Ağlamaktan gözlerim şişti. Evlerimiz de karşılıklı... Döne döne tartışma, kavga... Sonunda bu geldi, kapımı tekmelemeye başladı. Birden yukarı fırladım ve Smith Wesson marka silahımı kaptım.Ne diyorsun sen Onno! diye namluyu doğrultup kapıya fırlayınca, bu adeta ışınlandı... Yok oldu birden... Zigzaklar çizerek kaçtı... Ben onu duvar dibine sindi sandım... Meğer karayoluna fırlamış, koşuyor... O halini görünce, ben de asfalta çıktım, gülmekten sırtüstü uzanıp debeleniyorum asfaltta. Nasılsa o korkuyla uzun süre geri dönmez dedim, içeri girdim...Meğer o akşam Levent civarında beş ev soyulmuş. Polis gece karanlığında panik halinde koşan Onno"yu görünce "Hırsız budur mutlaka" diyerek hemen enselemiş. Doğru karakola... "Ben Onno Tunç"um" demiş ama karakoldaki hiçbir polis tanımamış bunu... Kavga ettiğimiz için benim adımı da verememiş... Sabahı karakolda etmiş... Derken, onu tanıyan bir polis gelmiş sabah... Sevincinden polisin boynuna sarılmış... Ancak o zaman salıvermişler... Bir daha kapımı hiç tekmelemedi!"
PRODÜKTÖR SEZEN
Sezen Aksu vokalistlerine albümler yaparak onlara birer star olma yolunu da açar. Sezen"in bize ilk tanıttığı kişi Aşkın Nur Yengi"dir. 1990 yılında prodüktörlüğünü üstlendiği Aşkın N. Yengi"nin ilk albümü, "Sevgiliye" albümü, milyona yakın trajıyla büyük bir başarı sağlamıştır. Prodüksiyonunu üstlendiği ikinci kişi Sertab Erener olur. "Sakin Ol" albümü, yine büyük bir satış başarısıyla Sezen"in bir prodüktör olarak da ne kadar büyük işler yapabileceğini gösterir.Sertab Erener"in albümünden bir kaç ay sonra Levent Yüksel"in albümü "Med Cezir" piyasaya çıkar. Şarkılar ilk aylarda kimsenin dikkatini çekmez ancak, bir kaç ay sonra farkedilen albüm bir milyonu aşan tirajı ve klasikler arasına şimdiden geçen birbirinden güzel şarkılarla Sezen"in prodüktörlükteki başarısını bir kez daha kanıtlar.
TANRI KRALİÇEYİ KORUSUN
Sezen 1991"den sonra çıkardığı bütün albümlerle çok dikkat çeker, çok eleştirilir. 1995 yılında türkü ve Anadolu atmosferiyle, 1996 yılında başka sanatçılara verdiği şarkıların bir derlemesi ve Onno Tunç"a adanan “Düş Bahçeleri”yle, 1997 yılında yine çok değişik bir tarzla Goran Bregoviç ile çalışarak karşımıza çıkar Sezen. 1998 ve 2000 yılında çıkan albümlerde de yeniliklerine devam eder. Belki de bütün bunlar Kraliçe "nin zirve keyfini çıkarmasıdır...
MİTHAT CAN
Sezen oğlunu ne kadar çok sevdiğini şu cümleyle çok iyi açıklıyor.‘Benim oğlumu sevdiğim kadar, beni seven olmadı...’Minik Serçe"mizin oğlu Mithat Can Özer 11 Kasım 1981 doğumlu. Özel Atanur Oğuz Lisesi"nden mezun oldu. Şimdi ise Londra Music Schooll "da okuyor Mithat Can. Sezen babaannelik hakkında ise şöyle diyor:"Mithat Can’ın bir aşk bebeği yapmasını isterim ve ona ben bakarım.
TARKAN
17 Ekim 1972 Salı günü, Almanya'nın Alzey kentinde, bir Türk ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlarda Alman kültürünü keşfetti. Evde Türkçe, anaokulunda Almanca konuşuyordu. Anaokulunda sanata yeteneği fark edildi. Resim ve müziğe karşı yetenekliydi. Daha o günlerde dönemin popüler şarkıcılarıyla ilgileniyordu. İlkokulda müziğe iyice eğildi. Arkadaşlarına konserler verecek kadar ileri gitti. Bugünün yıldız ismi, Tarkan, daha küçük yaşta kenidini gösteriyordu.
Tarkan Tevetoğlu 1983 yılında Real Schule'ye başladı. 1986 yılında ailesiyle birlikte Türkiye'ye döndüler. Karamürsel'e yerleştiler. Tarkan da ortaokula başladı. Müzik aşkını Türkiye'de de sürdürmek isteyen Tarkan, Karamürsel Musiki Cemiyeti'ne kaydoldu. Okulla pek ilgilenmiyor, cemiyetin derslerini takip etmeyi tercih ediyordu. Bu dönemde Türk Musiki'sinin inceliklerini öğrendi, sesini geliştirdi. Ama o dönemde bile özellikle alaturka söylemek gibi bir takıntısı yoktu. O, müziğin kendisini seviyordu.
1988'de yine ailesiyle birlikte İstanbul'a taşındı. Maltepe Orhan Gazi Lisesi'ne kaydoldu. İstanbul'un en önemli merkezlerinden Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne devam etmeye başladı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde dönemin saygın hocalarından dersler aldı. Cep harçlığını çıkarmak için Çınarcık'ta sahneye çıktı.
1991 yılında Almanya'ya dönmeye karar verdiği sırada Mehmet Söğütoğlu ile tanıştı ve ilk albümü Yine Sensiz'i kaydetmeye başladı.Yine Sensiz, dönemin moda şarkılarından oluşan bir albüm olarak tutuldu, Tarkan da yakışıklı bir genç olarak benimsendi. Kıl Oldum Abi, Çok Ararsın Beni, Vazgeçemem gibi parçalar, onu geniş kitlelere tanıttı. İkinci albümü Aacayipsin büyük başarı kazandı. Tarkan artık yorumcu olarak gücünü kanıtlamıştı. Hepsi Senin Mi, Dön Bebeğim, Gül Döktüm Yollarına, Kış Güneşi gibi parçalar son dönemin en iyi pop parçaları arasında sayıldı. Tarkan, renkli kişiliği, söyleşilerde iyice belirginleşen zekasıyla yaşıtı müzisyenler arasından hemen sıyrıldı ve öne geçti. Artık sadece genç kızların sevgilisi şeklinde anılacak bir şarkıcı değil, yeteneği kabul edilmiş bir müzisyendi. Ölürüm Sana albümü çıktığında yer yerinden oynadı. Şımarık adlı parça bir anda ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Başına Bela Olurum, Unut Beni, Ölürüm Sana albümün en sevilen parçaları arasındaydı. Tam bu dönemde,yurtdışından gelen teklifleri değerlendirmeye karar verdi.
Dil öğrenmek ve dinlenmek için sık sık ABD'de bulunan yıldız, Ahmet Ertegün gibi önemli müzik adamlarının da dikkatini çekmeyi başarmıştı. Avrupa pazarında elden ele dolaşan Tarkan albümleri, dünya müzik basınının da ilgisini çekti. Fransa, Belçika, Almanya ve Hollanda bu genç şarkıcıyı baştacı etmekte gecikmediler. CNN'den, MTV'ye hemen her paltformda konuştu Tarkan. Aacayipsin, Olurum Sana, Tarkan gibi isimlerle yayımlanan albümleri ona dünya çapında şöhret kazandırdı. Konserleri tıklım tıklım dolan bir şarkıcı olarak, Salute gibi ünlü gençlik dergilerinin de baş köşesinde yer aldı. Fransa'da iki yıldır, yılın en sevilen erkek şarkıcısı anketlerinde ilk ona girdi. Dünya müzik basını onu ateşli dansları nedeniyle Ricky Martin'le kıyaslıyor.
CEZA
Ceza, 1977 yilinda Üsküdar/Istanbul’da dogdu. Rap müzige olan ilgisi ilkokul yillarinda sira arkadasindan ödünç aldigi kasetlerle basladi. Ceza tabii ki gerçek ismi degil, bu onun hiphop’ta kullanmak için seçtigi yada daha dogrusu kazandigi bir lakap! Katildigi hiphop partilerinde, Freestyle rap (yani o an sahneye çikip müzik esliginde, o an yazilan sözlerle rap yapma) yarismalarinda her zaman birinci olan Ceza için diger yarismacilar hep “eyvah Ceza’miz geldi” diyorlarmis ve bunun sonucunda, o da Ceza’yi lakap olarak kullanmaya baslamis.
Gençlik yillarinda, çesitli projelerde yer alan Ceza, 1998 yilinda Dr. Fuchs ile bir araya gelerek “Nefret”i kurdu. Kendi çabalariyla yaptiklari deneme kayitlari sonrasinda “Yeralti Operasyonu” isimli toplama Türkçe Rap albümünde yer aldilar.
“Yeralti Operasyonu”nda en çok ilgi çeken grup olan “Nefret”, kisa bir süre sonra Hammer Müzik ile anlasarak ilk albümü “Meclis-i Ala Istanbul”u yayinladi. Albümün hit parçasi “Istanbul” için çekilen videoklip birçok yerel ve ulusal TV kanalinda yayinlandi. Albüm sonrasi Türk ve Yabanci basindan olumlu elestiriler alan “Nefret”, H2000, J&B Dance Festivali ve Avrupa Müzik Festivali gibi büyük organizasyonlarda sahne aldi. “Meclis-i Ala Istanbul” albümleri Hammer Müzik’in distribütörleri tarafindan Türkiye ile ayni anda Avrupa’da da piyasaya sürüldü. Özellikle Türkçe Rap’in büyük ilgi gördügü Almanya’da Türkiye’den çikan bir grup için yüksek bir satis rakamina ulasti.
Ikinci albümleri “Anahtar” için Istanbul’da Digitalmix stüdyosunda kayida giren “Nefret”, çalismalarini 2001 yilinin Temmuz ayinda tamamladi. Cartel grubundan Erci E, Wu Tang Clan için yaptigi featuring ile büyük isim yapan Bektas, Megalomaniax grubundan Kader K, ve “Gerçek Kal” albümüyle adindan söz ettiren Fresh B’nin de konuk oldugu albümde scratch’ler Almanya’nin ünlü DJ’leri DJ Rocky ve DJ Ness tarafindan atildi
Türkiye’de yasanan ekonomik kriz ve Dr. Fuchs’un ani sekilde askere gitmesi sonucu istenilen promosyonun yapilamamasina ragmen “Anahtar” çok yüksek bir satis rakamina ulasti ve Nefret’in Türkiye’nin en çok satan ve Dünya’da en çok taninan Türkçe Rap grubu olmasini sagladi!
Dr. Fuchs’un askere gitmesinin üzerine, Ceza uzun süredir üzerinde çalistigi, solo albüm projesine hiz verdi. Prodüktör olarak Silahsiz Kuvvet’ten Dj Mic Check’i seçen Ceza; ilk solo albümü “Med-Cezir”in kayitlarini Kuvvet Mira ve Digitalmix stüdyolarinda gerçeklestirdi.
Solo albüm çalismalari devam ederken Türkiye’de pek çok konser veren Ceza, 2002’nin Mart ayinda ilk yurtdisi konserini de Isveç’te gerçeklestirdi. Isveç’te yasayan Türklerin yanisira Isveç’li müzikseverlerinde yogun ilgi gösterdigi konser çok basarili geçti. Ceza, Isveç seyahatinde ayrica Isveç’in en önemli hiphop gruplarindan Fjarde Varlden ile birlikte bir parça kaydetti. Bu parça Fjarde Varlden’in “Tamam” adli single’inda yeraldi ve Isveç’te CD ve LP olarak piyasaya çikti.
Haziran 2002’de “Med Cezir” piyasaya çikti. Albüme adini veren “Med Cezir” parçasina daha önce Levent Yüksel, Mirkelam gibi sanatçilara çektigi videokliplerle ünlenen yönetmen Murad Küçük tarafindan profesyonel bir video klip çekildi. Klip müzik kanallarinda dönerken, Ceza ayrica ulusal kanallarda haber bültenlerine ve çesitli TV programlarina konuk oldu. Tüm günlük gazeteler (Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Vatan vs.), aylik dergiler (Blue Jean, Cosmo Girl, Aktüel, Istanbul Life vs.) özel röportajlarla yer verdiler.
Albüm sonrasinda Türkiye’nin dört bir yaninda konserler veren ve H2000, RockIstanbul gibi önemli organizasyonlarda yer alan Ceza ayrica yurtdisinda Almanya, Hollanda, Isveç, Norveç, Belçika gibi ülkelerde sahne aldi.
Ceza, Mart ayinda Mitsubishi Lancer için bir radyo reklamini seslendirerek tekrar gündeme geldi. Reklamin çektigi büyük ilgi üzerine devam bölümleride kaydedildi.
Ikinci albümünü hazirlayan Ceza, bu arada Candan Erçetin, Mercan Dede ve Burcu Günes’in albümleri içinde düetler kaydetti ve bu düetlerle de ses getirdi.
2004 yilinin sonlarina yaklasirken Ceza, Rapstar albümünü piyasaya sürdü, albümde 22 track bulunuyordur, albüm genelde basarili bir perspektif çiziyor, farkli beat´ler üzerinde de rap yapilabilecegini kanitlamaya çalisiyor adeta, sarki sözleri çok ince elenmis s*k dokunmus, bazen bir sözlüge ihtiyaç duydugumuz anlar oluyor ama yine de mesajlar dogru kanallara ulastirilmis gözüküyor, rap camiasina atiflarda bulunulmus,dokundurmalar yer yer göze batiyor, ama bir "diss" mantigiyla degil, daha çok yeri gelince söylenmis dokundurmalar, sonuç olarak Ceza´dan beklenebilecek kalitede bir çalismanin ürünü. Albümde Sahtiyan, Fuchs, Fuat, Ayben, Mic check, bu projede sanatciya eslik eden isimlerdir.
EMRE AYDIN
|
Doğum Yeri : Isparta
Doğum Tarihi : 02 Şubat 1981
Eğitimi : Lisans
|
Liseyi Antalya Anadolu Lisesi'nde bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde eğitim gördü. 2002 yılında SingYourSong beste yarışmasında 6.Cadde isimli grubuyla Türkiye birincisi oldu. 2003 yılında solistliğini ve şarkı yazarlığını üstlendiği grubu 6.Cadde`yle ilk ve tek albümlerini yayınladı. Aynı yıl gruptan ayrıldı.
Aynı dönem internet üzerinden yayınladığı "Belki Bir Gün Özlersin" isimli şarkısıyla özellikle genç kesim tarafından tanındı. Solo kariyerinin ilk çalışması olan "Afili Yalnızlık" albümü Ekim 2006'da Sony Music BMG/GRGDN tarafından yayınlandı. İlk klip albüme de adını veren "Afili Yalnızlık" şarkısına Yon Thomas tarafından çekildi. Klipte Emre Aydın yerine ünlü oyuncu Şebnem Dönmez rol aldı. Ardından; "Kim dokunduysa sana ona git", "Git", "Belki bir gün özlersin" şarkılarına klip geldi. Emre Aydın "Belki bir gün özlersin"e çektiği video kliple birçok müzik listesinde üst sıralara yerleşti.
Sanatçı en iyi çıkış, en iyi albüm, en iyi yorumcu gibi birçok dalda ödül kazandı. Gripin'in albümünde yer alan ve Emre Aydın'ın da eşlik ettiği "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" parçası 11. İstanbul FM Altın Ödülleri töreninde En iyi şarkı, beste ve söz ödülünü almıştı.Emre; ikinci konsept albümünün temasını efkar olarak isimlendirdi. |
|
SELİM GÜLGÖREN
Dogum yeri: Istanbul ,20/11/1985
Üsküdar doğumlu..
Marmara Üni. Turizm ve Seyehat İşletmeciliği mezunu.
Şuanda da Anadolu Üni. Açıköğretim Fakültesi İşletmecilik 4. sınıfı okuyor.
Kısmetse bu sene okul biticekmis.
Boğaziçi Müzik Okulu Türk Sanat Müziği bölümü, Üsküdar Musiki Cemiyeti Müzik için Kompozisyon bölümü ve Avrupa Trio Müzik Okulundan da Jazz Trio eğitimi almis.
6 yaşından beri org çalıyor. Onun dışında darbuka, gitar, kanun, perkinsyon cihazlarını çalabiliyor.Bu müzik sevdası selim gülgörene Ablasinin küçükken hediye ettiği org sayesinde müziğe meraki başlamis. Ailede ondan başka müzikle ilgilenen yok. 15 senedir müzikle ilgileniyor. Asıl mesleği aranjörlük.
Daha önce birkaç reklam filminde rol almış ama ciddi anlamda ilk projem Baba Ocağıdır. Filmin yapımcılarıyla (Mustafa Şevki Doğan) dizinin müzikleri ile ilgili görüşmeye gitmiş Mustafa ağabey dizide müzisyeni canlandırıcak biri lazım deyince selim gülgörene kısmet olmus.
Gelelim Huylarına.
Selim Fenerbahçeli..
Ama deli gibi fanatik bir izleyici değil sadece milli maçlara bakıyor.
Selim saçlarına birinin dokunmasından nefret ediyor.
Dişlerini fırçalamadan asla uyuyamaz.
Aşırı titiz.
Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamadan rahat edemiyor..
Çekimler dışında asla jöle ve sprey kullanmıyor..
Yüzünde çekim için makyaj varken çok rahatsız oluyor.
Selim çok takıntılı biri..
O?nu tanımadan ukala demelerine kızıyor.
Ayakkabısına basılmasından ve ayakkabısının kirlenmesinden nefret ediyor..
İllaki marka olsun istemiyor, alışverişlerini genelde annesi yapıyor..
Home stüdyosuna yeni aranje cihazları almayı alışveriş yapmış sayıyor.
Burcu akrep ama burçlara inanmıyor..
Sakalsız kalmaktan nefret ediyor. (sakalsız kendisini çirkin ve çocuk gibi hissediyor)
Çok duygusal.
Yemekten asla vazgeçemiyor.
Yemek yerken gözü hiçbir şey görmüyor.
Spor yapmadan duramıyor…
Bestelerinin hepsinin bir yaşanmışlığı varmış. Yaşanmış olmasa beste anlamsız geliyormuş..
Selim Gülgören star tv de 20 Haziranda yayınLanıcak oLan Baba Ocağı dizisinde başroL oyuncuLarından biri Burak Özçivit’in ikiz kardeşini oynuyor.
Burak Özçivit ve Selim Gülgören in kendi hayalleri peşinde koşan ikiz kardeşleri canlandırdığı Baba Ocağı , sıcacık, kahkaha ve duygu yüklü, ekranlarda ışıl ışıl bir Ege havası estirecek olan bu dizi, Starın iddialı yapımlarından biridir..
İSMAİL YK
İSMAİL-YK, 5 kardeşin en küçüğü olarak günün sabah saat beşinde dünyaya gelir. Doğduğunda kardeşlerin hepsi müzikle ilgenmektedir. O da onlara katılıp onlardan çok şey öğrenerek müziğin gerçek sesini hisseder. O zamanlar bile okulda, sahnede her yerde içinden geldiği gibi davranır, şarkilar okur. Lise mezunu olduktan sonra kendisini tamamıyla müziğe verir ve Yurtseven Kardeşler desteğiyle ilk solo albümü “Şappur Şuppur” ile Türkiye piyasasına bomba gibi düşer.
Dinamikliği ve kafasında oluşturup, müzik dünyasına kazandıracağı farklı projeleri nedeniyle, Yurtseven Kardeşler ilk teklifi kendi aralarında anlaşarak İSMAİL-YK´ya sunarlar ve bu teklif İSMAİL-YK tarafından kabul edilir. Ayrıca bu teklif, kardeşlerin birbirlerine olan bağlılıklarını da göstermektedir.
İSMAİL-YK, Türkiye´ye biraz daha farklı, gerek müziğiyle, gerek giyimiyle, gerek showuyla, gerek sahnesiyle türk müzik dünyasına ayrı bir renk katmıştır. Türkiye´de böyle bir boşluğu doldurmak için tüm ekibiyle birlikte üç buçuk yıl yoğun bir şekilde, büyük çaba sarf etmiştir. Bu boşluğu doldurmak ise, İSMAİL-YK´nın büyük HEDEFİYDİ ! Verdiği bu emeğin karşılığını 2004 yılında AVRUPA MÜZİK etiketiyle sunulan “Şappur Şuppur” albümün satışı nedeniyle 2005 yılında MÜYAP tarafından ödüllendirilmesiyle alır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|